“Üzülme, bir yandan korkun bir yandan umudun varsa iki kanatlı olursun; tek kanatla uçulmaz zaten. Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, kilimin tozunu almaktır. Allah; sana sıkıntı vermekle kirini, tozunu alır, niye kederlenirsin? Taş; taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmayı dileyen taş; ezilmeyi, yontulmayı göze almalıdır.”diyor ve şöyle ekliyor Mevlana: “Üzülme, kaybettiğin her şey bir gün başka surette geri döner.” Ne güzel bir tesellidir bu… İnsanda umudun kanat olması ne güzel bir benzetmedir.
Umut, asırlar geçse de insanın içinde hiç sönmeyen mum gibidir. Bazen titrek bir ışıktır, bazen güçlü bir alevdir ama yaşadığımız sürece o hep içimizdedir. Yılmaz Güney’in çok sevdiğim bir sözü vardır: “Yetinen insan, ölmüş demektir.” İşte yetinmememizi sağlayan o sihirli güç; umuttur.
“Yaşamak; gecenin tüm karanlığına rağmen, buğulu bir cama güneşi çizebilmektir. Yaşamak direnmektir.” Sözünü ben umut etmek için kullanmak istiyorum. Yaşamak umut etmektir, umut etmek her türlü olumsuzluğa rağmen direnebilme gücüdür bence. Gecenin zifiri karanlığına katlanabilme gücüdür umut çünkü biliriz ki her gecenin bir sabahı vardır. Ertesi gün mutlaka güneş doğacaktır ve karanlıkları yırtacaktır güneşin ışınları… Yaşamı yaşanabilir kılan da bu umut değil midir?
İlk adımlarını atan bir çocuk, yürümeyi öğrenene kadar kaç kez düşecektir kim bilir? Her düşmesinde yeni bir umutla doğrulmasa yürümeyi başarabilir mi hiç? Gelecekte yürümek bir tarafta dursun, koşacaktır belki de dünya şampiyonu olarak ipi göğüsleyecektir! Ne demiş Trecee : “Yenilgiler zafere giden yolun basamaklarıdır. Birinci basamakta umutsuzluğa uğrayıp mücadeleden vazgeçerseniz hiçbir zaman zafere ulaşamazsınız.”
Ledoux ise bakın bu konuda ne söylüyor: “Başarısız olduğunuz zamanlarda umutsuzluğa kapılmayın; çünkü başarısızlığın nedeni tembelliğinizden kaynaklanır.” Doğrudur elbette… Gayretli olduğumuz, umudumuzu yitirmediğimiz sürece hayallerimiz gerçekleşebilir.
Kurtuluş Savaşımızın zaferle sonuçlanması da bu umudun sonucu değil midir? Ordu dağıtılmıştı, silahlar toplanmıştı, cephane yoktu ama bütün bunlardan çok daha önemli bir şey vardı: Umut… Yurdu düşman işgalinden kurtarmak gerekiyordu, bu uğurda her türlü fedakârlığa hazır olan milletimiz Atatürk’ün önderliğinde destan yazdı. Bu zafer; azmin ve umudun zaferidir. Bağımsızlığa ve özgürlüğe giden yol, sadece umudun yoludur.
Bebeklik çağından itibaren kör-sağır ve dilsiz olmasına rağmen başardıkları Helen Keller’i efsanevi bir kişilik haline getirmiştir. Beş lisan bilen; bisiklet, kano ve yelkenli ile gezintiye çıkan; yüzen; satranç oynayan Helen Keller, yazdığı makaleler ve bir dizi kitapla kendisini özürlülere yardımcı olmaya adamıştır. Başta Amerikan Görme Engelliler Vakfı olmak üzere çok sayıda organizasyonda görev almış ve görevleri nedeniyle dünyanın pek çok yerine seyahat etmiştir. Özürlü diye bir kenarda kaderine terk edilmemiş, duyan ve gören insanların başaramadıklarını başarmış olan Keller, bütün insanlığa örnek olmuş biridir. Onu başarıdan başarıya koşturan duygu umuttur. En baştan yenilgiyi kabul eden cesaretsiz insanlardaki en büyük sorun hayal etme yeteneklerinin olmamasıdır. Umudu olan hayal kurar, her başarı ilk başlarda bir hayaldir. Önemli olan Helen Keller’i örnek alarak umutsuzluğa kapılmadan ilerlemektir.
Umut, azmin ilk basamağıdır. Önce umut ederiz, sonra kararlı bir şekilde inandığımız yolda bütün engellere rağmen yürürüz. Hedefe ne kadar iyi odaklanmışsak yollardaki engeller o kadar görünmez olur. Sand diyor ki: “Her konuda olumsuz davranırsanız, olabilecek şeyleri de başaramazsınız.”
Her insanın içinde değişik yapıda bir bahçe olduğuna inanırım. Öyle ki kimilerinde cennet güzelliğinde; kimilerinde ise çalılarla, dikenlerle, çakıl taşlarıyla, kayalıklarla dolu… Onu güzelleştiren de bizleriz, çirkinleştiren de… Bence her bahçede diğer çiçeklerden farklı güzellikte, mis kokulu, nazenin bir çiçek vardır. O çiçeğin adı “umut”tur. Bahçelerden umudu çıkarırsanız geriye ne kalır ki! İçimizdeki çiçeği hiç soldurmayalım. Umut, her zaman taze ve diri kalsın.