Çocukluğumdan beri düğünleri çok severim. O gün için güzel mi güzel giysiler dikilirdi hepimize, yepyeni gıcırgıcır ayakkabılar neşe kaynağımızdı. Düğüne giderken babam bana ve kardeşlerime renk renk uçan balonlar alırdı. Dönüşte de en sevdiğim tatlı olan tulumba tatlısından almayı hiç ihmal etmezdi. (En sevdiğim tatlı idi o zamanlar… Şimdi en sevdiğim değilse de çok sevdiğim tatlılardan biridir.) Düğünleri sevmememin baş nedenleri uçan balon ve tulumba tatlısıydı ama eğlence faslını da bambaşka bulurdum. Şarkılar, türküler, oyun havaları… Çalgılar, çengiler, göbek atmalar… Güzel oynayanlara verilen payeler…
Geçenlerde böyle eğlenceli bir düğünde neşeli neşeli el çırparken şarkının sözleri dikkatimi çekti: “ Arkası gelmez dertlerimin bıktım illallah… Bize de bir gün kader güler, güler inşallah…” Böylesi hüzünlü sözlere “Oh yandan hop hop! “ diye oynamak çok garip diye düşünerek alkışlamayı bıraktım. Başkasının hüznünden mutluluk duyacak kadar kendimden geçmiş olamazdım.
Derken yeni bir parça kulaklarımda yankılandı: “Minareden at beni, in aşağı tut beni…” Yahu neden minareden atılmak istiyorsun kardeş? Hayat güzel. Bir de aşağı inip tutmasını bekliyorsun seni atan şahsın. Hadi seni kıramadı attı diyelim de onca basamağı inip seni nasıl tutabilir? Mantığı yok bunun… Herkes oynuyor. Mantığını düşünen yok. Bana mı kaldı düşünmek diyemiyorum da… Ateş basmaya başladı beni. Dilerim bu atıp tutma çabucak biter düşüncesiyle oflayıp puflamaya başlıyorum.
O da ne? Yine kıvrak bir hava… Kız kardeşim bayılır bu havaya… Kendini piste atmış döktürüyor. “ Hey gidi koca dünya dert yükü müsün? Söyle söyle koca dünya dert küpü müsün?” Allah’ım aklımı koru. Derde oynanır mı? Yüzüm asıldı. Bir türlü neşelenemiyorum. “Neyin var?” diyenlere şarkıların saçmalığından söz edecekken lafımı ağzıma tıkıyorlar. “Aman, boş ver!” Nasıl boş veririm ki? Zaten boş vere vere bu hale gelmedik mi?
Belki kıvrak ama sözleri de müziği gibi neşe dolu bir parça gelir diye beklemeye başladım. “Dağdan kestim kereste, kuş besledim kafeste, dediler yârin hasta, yetiştim son nefeste…” Ya Rabbim, sevdiğinin son nefesine yetişen, onun ölümünü gören kişi aklını mı yitirmiştir? Oh yandan… Laylaylom… Manilerde gördüğümüz ilk iki dize doldurma dizelerdir ama sonrası da mantığı zorluyor doğrusu… Dağdan keresteyi kesiyor, kuşu da kafeste besliyor bir güzel, o ara “yârin hasta” diyorlar. Son nefesini veren yârini görüyor. Sanırım ondan sonra tozutuyor.
Yine coşkulu bir parça çalmaya başladı: Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü aman ey! Mandanın o iri gövdesiyle incecik söğüt dalına yuva yapması, yavrusunu da sineğin kapması hususunda derinlere dalmak üzereydim ki kız kardeşim dirseğiyle böğrüme hafifçe dokundu. “ Hadi abla, kalksana oyuna!”
O sırada müzik değişti. Düğün sahipleri kolumdan çekiştirmeye başladılar. “ Hadi sen de oynasana! Geldin geleli gelin gibi süzülüp durdun!” diyerek beni bütün itirazlarıma rağmen oyuna kaldırdılar. Nasıl kıvrak bir hava, nasıl kıvrak bir hava! Ne yapayım, dayanamadım ben de başladım kıvırmaya… Hangi parçaya oynadığımı merak mı ettiniz? Aman, boş verin. “Hadi hadi hadi…”