Dünyada kadın olmak çok zor… Gazeteleri okumaya korkar olduk. Yine kadın cinayetleri, yine tecavüzler, yine sayısız darp olayı… Birkaç gün “Unutmayacağız, unutturmayacağız.” söylemlerinin ardından kocaman bir sessizlik… Kadınların eziyet çekmediği bir tek gün geçmiyor.
2015’te Adana Barosu Org tr’de belirtilen istatistiklere göre sonuç şudur:
“Temmuz’da erkekler 19 kadını öldürdü; 12 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti; bir kadını fuhşa zorladı; 36 kadını yaraladı; 10 kadın ve kız çocuğunu taciz etti.2015’in ilk yedi ayında erkekler 160 kadın öldürdü, 70 kadına tecavüz etti, 122 kadını fuhuşa zorladı, 229 kadını yaraladı, 155 kadını taciz etti. Temmuz ayında toplam 78 erkek şiddeti, cinayet, cinayete teşebbüs, taciz, cinsel şiddet, tecavüz ve yaralama vakası basına yansıdı. Erkek şiddeti vakalarının yüzde 24’ü Karadeniz, yüzde 20,5’i Marmara, yüzde 20,5’i Akdeniz, yüzde 18’i İç Anadolu, yüzde 10’u Ege, yüzde 4’ü Doğu Anadolu, yüzde 2,5’i Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşandı.”
Kırsal kesimlerde “Tarla ve miras bölünmesin.” diye akraba evlilikler sürdürülürken “Emmioğlu attan indirir.” sözü dillere yerleşmişti. Amcaoğlu isterse o kızın başkasına verilmesi mümkün değildi. Özellikle Doğu’da, Güneydoğu’da ve az da olsa Güney’de “Başlığı veren kızı alır.” felsefesi hâkimdi. Bir yanda “Berdel” uygulanırken diğer yanda şu türkü söylenmekteydi:
“Şu derenin geveni
Geven sarmış geveni
Paşa’dan emir gelmiş
Seven alsın seveni…”
Bizim kuşaktakiler iyi bilirler, zamanımızda Anadolu’da severek evlenmek ayıp sayılırdı. Bu yüzden sevmeye korktuk. Bizim ailede de annemle babamın öğretilerine göre akraba çocukları kardeş, komşu çocukları kardeş, sınıf arkadaşları kardeş sayılırdık. Etraftaki herkesle ağabey- kardeş olduğumuz ve severek evlenmek çevremizdekilerle büyüklerimizce ayıp sayıldığı için görücü usulü dışında bir evlilik alternatifimiz olmamıştı.
Görücü usulüyle evlendik. (Bu arada görücü usulüyle yapılan çok sağlam evlilikler de var elbette… En yakın örnek annemle babamın evliliği gibi…) Eşin dostun, konu komşunun, çöpçatan kadının tanıdığı, ellerinde şeffaf jelatine sarılmış beş kırmızı gülle bir kutu çikolatayla huyunu suyunu bilmediğimiz damat adayları aile boyu kapımızı çaldığında… Titrek ellerimizle tuttuğumuz kahve tepsileriyle bütün gözler üzerimizde iken damat adayının yüzüne bile bakmaktan çekinerek kızaran yanaklarımızla ne kâbuslar yaşadık.
Süklüm püklüm oturuşları, utangaç halleriyle ellerini koyacak yer bulamayan damat adayları kızı alınca aslan kesildiler birden… Ve evlendikleri kadının suratına aşk ettirdikleri tokatla ellerine yer buldular. O yere öyle alıştılar ki “Patates kızartmadın.” Şak bir tokat… “Yemeği yaktın.” Şak bir tokat daha… “Evden çıkmak yasak… Annenlere gidemezsin. Ayaklarını kırarım senin!” Şak şak al sana yine dayak… “Perde açmak yasaktır. Teyp dinleyemezsin. Komşuya gidemezsin. “ Al sana tokat…
Sadece dış görünüşüne ve mesleğine bakılarak yapılan evlilikler ne kadar da sakat oluyor. Yeterince tanımadan yapılan kötü evlilikleri bitirmek de zor… Ailenize şikâyet ettiğinizde şu cevapları alıyorsunuz: “Kocandır, döver de sever de… Severken şikâyet etmiyorsun da dövünce neden şikâyet ediyorsun?” “Bak kızım, beyaz gelinlikle girdiğin koca evinden ancak beyaz kefeninle çıkarsın.” “Çekeceksin, hepimiz çektik. Yarın çocukların olsun bak nasıl değişir? Hele bir oğlan doğur da sen gör bakalım nasıl iyi olur aranız…” Sonuç gazetelerin üçüncü sayfalarındaki haberler… Şiddete uğrayan ve çoğu zaman suçlanan acı çeken kadınlar…
Ne oldu pembe düşlerimize? Hep bu Türk filmleri yaktı bizin nesli… (Şaka tabii…) Mum ışığında yemekler, peçetenin altına saklanmış hediyeler, kadehlerin dibinde sunulan söz yüzükleri… Sandık ki hayat tozpembe… Mumlar sadece elektrik kesildiği zamanlarda mecburen yakıldı romantizmden oldukça uzak elbette…
İnan Durak Taş bir şiirinde şöyle demiş:
“Ne güzel kızlardık!
Mesaj çekmez,
Fotoğraf çekmez,
Kredi çekmez,
Zincir çekerdik.
Ahhh çocukluğum.”
Ah şairim çektiğimiz zincirler elimize, ayağımıza, boynumuza dolandı. Özgürlüğü kaybettik, sonra çile çeker olduk biliyor musun? Bırakalım gençler fotoğraf çeksinler, mesaj çeksinler. Evlenmek, iş kurmak, dünyayı gezip tanımak için kredi çeksinler. Çevrelerini iyice gözlemlesinler; hayatı ve insanları tanısınlar; sevdiklerine mesaj çekip duygularını aktarabilsinler; birbirlerini iyi anlasınlar. Sevsinler, sevilsinler. Biz yeterince çektik, onlar mutlu olsunlar.